Bilinç ve BDT
Özet
Bilinç canlı varlıkların en önemli özelliklerinden biridir. Bilinç beynimizin bir ürünüdür. Verdiğimiz veya vermek istediğimiz tepkiler, algılar, yorumlamalar bilincimizi oluşturan yapılardır. Bilişsel terapiler insan zihnine ve bilişsel süreçlere odaklanırlar. Davranışçı terapiler ise davranış bozukluklarını davranışsal teknikler, ödevler, hayal kurma gibi teknikler ile değiştirmeye çalışırlar. Bilişsel davranışsal terapiler ise ikisinin birleşimi sonucu oluşmuştur. Bu çalışmada bilincimizi bilişsel davranışçı terapi açısından değerlendirme yapacağız.
Anahtar Sözcükler: Bilinç, biliş, bilişsel davranışçı terapi, evrim.
Giriş
“Cogito, ergo sum” Düşünüyorum, öyleyse varım derken René Descartes hepimiz bu sözün ne kadar derin olduğunu düşündük. Peki, biz insanları insan yapan şey düşünmemiz miydi? Muhtemelen bu soruya temelde evet deriz ancak daha kapsamlı düşündüğümüzde bu sorunun cevabı kısmen evet olacaktır. Kim aksini iddia edebilir ki bir leoparın avına odaklandığı sırada düşünmediğini. O halde Descartes ‘‘Vücudumu yok sayabiliyorum ama düşüncemi yok sayamıyorum’’ derken beynimizin muazzamlığına vurgu yapmaktaydı.
Genel olarak bilinç, genel olarak, insanda farkındalığın, duygunun, algının ve bilginin merkezi olarak kabul edilen yetidir. Zihnin kendi içeriklerinin farkında olduğu, içebakış yoluyla bilinen, duyumları, algıları ve anıları ihtiva eden bölümüdür. İnsanda farkındalığın, duygunun, algının ve bilginin merkezi olarak kabul edilen yetidir. Zihnin kendi içeriklerinin farkında olduğu, içebakış yoluyla bilinen, duyumları, algıları ve anıları ihtiva eden bölümüdür.
Hayat okyanuslarda başlamıştı, beyni olmayan tek hücreli canlılar bile çevreyi hissederek tepki verme yetisine sahiplerdi. Tek hücreli canlıdan çok hücreli canlıya geçişimiz hücrelerin birbirleri ile iletişim kurmaları ve koordineli çalışmalarıyla başladı. Canlılar 360 milyon yıl önce karaya çıktılar ve 200 milyon yıl önce memelilerin evrimi başladı. İlk memelilerin beyin yüzeylerinde davranışları sağlayan küçük bir neokorteks bulunmaktaydı. Neokorteksin nasıl oluştuğu konusunda ne bir bilgiye sahip değiliz ancak doğal seçilimin bir sonucu olarak hayatta kalma yarışının getirisi diyebiliriz.
Süregelen evrimimizde boyutu büyümekte olan ön beynimiz ve frontal lobun içindeki alt bölgeler ile pariyetal lob arası iletişim artmıştır. Bu gelişim ile birlikte motor hareket kontrolümüz gelişmiştir.
İlk primatlar yaklaşık 85 milyon yıl önce ortaya çıkmış 65 milyon yıl önce ise dinozorların soyların tükenmesi ile birlikte memeliler ve primatların yükselişi başlamıştır. Doğu Afrika sık ormanlarla kaplıyken ( 23-4 milyon yıl önce) primatlar ağaçlarda yaşama düzenine alışmışlardı. Kıtaların değişimi ve iklim değişimleri ile birlikte ayakta durma, renkli görme ve boşta kalan ellerin evrimi ile yüzün düzleşmesi ve çenenin küçülmesi beyin gelişimini doğurmuştur.
Gelişen beyin daha fazla enerji kullanır. Günümüzde yetişkin bir insanın beyni günlük enerjimizin %20’sini kullanmaktadır. 1.9 milyon yıl önce Broca alanının gelişmesi ile birlikte gelişim artmış ve beynin hacmi yıllar içinde gelişmiştir. Kültürel evrim türümüze girmiş ve konuşma becerisi kazanılmış ve bu beceriyi kazanamayan ise dışlanmıştır. Dilin gelişimi ile beynin gelişimi de hızlanmıştır (Marcus 2003).
Modern insana kadar beynin gelişimi hacimsel olarak hep artmıştır. Buna karşın beyindeki hacimsel gelişmeler 200.000 yıl durmuştur. Bununla birlikte beynimiz 15-20 bin yıllık süreçte %3-4 küçülme göstermiştir (Robson 2011) . Hacim artışındaki bu duraksamadan sonra beyin evrimindeki en önemli gelişim nöronal aktivite artışı olacaktır.
Şempanze ve insan beyni gebelik sürecinin 16. Haftasına kadar benzer bir gelişme gösterirken Franchini (2015) haftadan sonra insan beyni gelişime devam eder ancak şempanze beyni gerileme başlar (Sakai 2013).
Arılar, şempanzeler, yunuslar gibi sosyal bir şekilde yaşayan canlılarda bilinç gözlemlenir. Son yıllardaki çalışmalar bilincin oluşmasında ‘’ayna nöron’’ ile kurulan iletişime vurgu yapmaktadır. Ayna nöronlar ile birlikte organizma hem kendi davranışlarında hem de karşısındakinin davranışını aynı anda aktive eder. İnsan dışında; makak maymunlarda ve ötücü kuşlarda varlığı kesin olarak kanıtlanmıştır. En derin etkileri prefrontal korteks ve inferior parietal lob ( konuşma ve dil ) bölgelerindedir. Ayna nöronların evrimdeki katkıları; adaptasyon sağlamak, sosyal öğrenme, başkalarının ne yaptıklarını anlamak, sosyal öğrenme, gözlem ve taklit gibi yetilerin yapılması ve geliştirilmesidir (Suzuki 2015).
Ayna nöronların etkileşim haline geçmesi başlıca konuşma, his, empati, düşünce gibi bir süreci oluşturur. Akıl okuma ve başkalarının davranışlarını kaydetme yetisi kazandırır. Olayları içsel yaşanmasına, hafızada ve düşüncede kayıt edilmesine katkıda bulunarak bilincin ortaya çıkmasına ve geleceği ön görmemize yol açabilir. Öfkeyle bakan bir kişide saldırgan tutumun geleceğini algılamamız hatta bizimde öfkeli bakmamız gibi.
İnsanın doğada baskın bir varlık olmasında taklit eyleminin önemi büyüktür. Bu sayede öğrenme ve kültürel aktarım sağlanmıştır. İnsan beyni kuşaklar buyunca süregelen bir şekilde evrimleşerek daha fazla anlama ve farkındalığa ulaşmıştır ve devam etmektedir.
Bilinç tek cümle ile açıklanamayacak kadar karmaşık bir yapıdır. Bilinç gizemleri de temsil eder; acı çekme, düş kırıklığı gibi kulağa hoş gelmeyen süreçler de bilincin içindedir. Ancak yaşanılan bu olumsuzlukların çok azı bilinç seviyesindedir. Çoğu insanda bu gizemler bilinçdışı dediğimiz yapıya benzer.
Tartışma
Bilinç tek cümle ile açıklanamayacak kadar karmaşık bir yapıdır. Bilinç gizemleri de temsil eder; acı çekme, düş kırıklığı gibi kulağa hoş gelmeyen süreçler de bilincin içindedir. Ancak yaşanılan bu olumsuzlukların çok azı bilinç seviyesindedir. Çoğu insanda bu gizemler bilinçdışı dediğimiz yapıya benzer.
19. yy’ın sonlarında ve 20. yy’ın başlarında Viyanalı hekim olan Singmund Freud bilinçdışının önemine vurgu yapmıştır. Freud bilinçdışına vurgu yapan ilk kişi değildir ama topografik kuramı kurarak bilinci bir buz dağına benzetmiş ve bilinci buz dağının görünen küçük kısmı asıl önemli olan kısım ise görünmeyen kısım diyerek önemli bir kapıyı açmıştır.
Freud’un kurduğu psikanaliz ve ardından gelen dinamik psikoterapiler temel terapi anlayışı olarak bilinçdışı çatışmalara odaklanırlar. Bu içsel çatışmaları çözerek kişinin ruhsal dengesine ve farkındalığına kavuşacağına inanırlar.
Günümüzde psikanaliz eski popülerliğini yitirse de halen en çok kullanılan psikoterapiler arasındadır. Psikanaliz ile birlikte gelişen ve bir çok açıdan zıt olan davranışçı terapiler ve bunu takip eden davranıştan daha çok zihinsel süreçlere ve düşünce yapısına odaklanan terapi çeşidi olan bilişsel terapilerin 1960’lı yıllardan itibaren gelişen flörtünün sonucunda bilişsel davranışçı terapiler ortaya çıkmıştır.
Çevremizdeki uyaranlara tepki vermemiz için uyanık olmamız gerekir. Bunun için insanın uyanık olması gerektiği görüşü mevcuttur. Ancak yapılan deneyler sonucu bilincin sadece uyanıkken açık olmadığı kanıtlanmıştır (örneğin düşler). Düş olgusunu ele alalım düşümüzde benlik algımız çoğu zaman yerindedir, karşımızdaki insanları tanırız ve yaptığımız eyleme göre bedenimiz tepki verir. Yani bir bilinçten bahsedebilmemiz ile birlikte bunu kontrol etmemiz çoğu zaman mümkün olmaz. Freud düşlere bilinçdışının kral yolu tanımlamasını yapmıştır. Aslında bu ilişkiden yola çıkarsak bilincin ve bilinçdışının ne kadar yakın olduğunu da anlayabiliriz. Bilincin kapalı olduğu koşullara örnek vermemiz gerekirse koma hali örnek verilebilir.
Bilicimizi kazanmamız ya da kaybetmemize vecd halleri örnek verilebilir. Meditasyon, zikir gibi yoğun motivasyon sağlayan eylemlerde bilincimizin kontrolünü kaybetmemiz oldukça olasıdır.
Bilişsel davranışçı terapi insan davranışı ve duygulanımını inceleyen psikolojik modellerden yararlanılarak geliştirilmiş bir psikoterapi yöntemidir. Birçok psikolojik sorun alanında etkili bir yöntem olduğunu kanıtlayan nice çalışmalar bulunmaktadır.
Bilişsel kuram erken çocukluk çağındaki yaşam anılarının öğrenme yoluyla temel düşüncelere ve inanç sistemleri gelişmesine neden olduğunu belirtir. Temel düşünceler ve inançlar birleşerek şemaları oluşturur. Şemalar ise katı düşünce kalıplarını ve bireyin yaşamında hem kendini hem de dünyayı algılayış biçimini etkiler. BDT’ de ki amaç ise kişinin kendi kaynaklarını kullanarak sıkıntı yaratan durumdan kurtulmasını sağlamaktır. Bunu yaparken uygun olmayan düşüncelerden kurtulma, ev ödevleri ya da egzersizlerden faydalanır.
Bilişsel davranışçı terapiler düşüncelerimizin, ne hissettiğimizin ve nasıl davrandığımızı belirlediğini vurgulayan yapılandırılmış terapi yöntemidir. Temelini öğrenme kuramları ve bilişsel psikoloji ilkelerinden alır. Bilişsel davranışçı terapi, bir kişinin kendi düşünce biçiminin iç konuşmalarında kullandığı cümlelerin yeniden düzenlenmesinin o kişinin davranışına uygun düzenleme yaratacağını savunur (Ergene, 2008).
Bilişsel davranışçı terapi şimdi ve buraya odaklanır. Psikanaliz ise şimdi ve buradaya odaklanmaz. Buna karşın kısa süreli psikodinamik psikoterapiler şimdi ve buraya odaklansa da bunun çıkarımlarını geçmişte ararlar yani gene bilinçdışına inerler. Bilişsel davranışçı terapiler bilinç ve süreçleri ile ilgilenerek terapinin bilinçdışı gibi derin süreçlere değil daha yakın ve daha görünürde olan bilince yani bilişe odaklar.
Bilişsel kuram klinik olarak bireyin bilişsel yapısını kavramlaştırırken ele aldığı bilişleri otomatik düşünceler ve şemalar olmak üzere iki ana başlıkta inceler. Şemalar ise ara inançlar ve temel inançlar olarak iki gruba ayrılabilir. Bu üç grup bilişi iç içe geçmiş üç daire şeklinde düşünürsek en yüzeyde otomatik düşünceler daha sonra ara inançlar ve en çekirdekte de temel inançlar yer alır (Türkçapar,2008).
Otomatik düşünceler; biliş akışını oluşturan sözel ve imgesel parçalara verilen addır. Bu düşüncelerin “otomatik” olarak adlandırılmasının nedeni zihinde birdenbire beliren düşünceler, resimler olmalarıdır. BDT özellikle duygusal sıkıntı anlarına eşlik eden olumsuz otomatik düşüncelerle ilgilenir. Sıklıkla bu düşünceler fark edilmezken eşlik eden duygu fark edilir. Örneğin girdiği sınavda soruyu okuyan öğrencinin aklından “Anlayamıyorum.” şeklinde bir otomatik düşünce geçebilir (Türkçapar,2008).
Otomatik düşünceler kişinin karşılaştığı “nesnel durumu” mevcut bilişsel alt yapısı nedeniyle çarpıtması ve bu çarpıtma sonucunda ortaya çıkan işlevsiz bir takım duyguların ve çoğunlukla bu duygularla ilişkili davranışların ortaya çıkmasına neden olur. Bu davranışlar da çoğunlukla mevcut bilişsel alt-yapının devamına hizmet eder. Bu bilişsel alt yapı ise şemalardır (Özdel,2015).
Ara inanç ve kurallar; otomatik düşüncelerdeki ortak ve tekrar eden temalardan, derine inme tekniği ya da ölçekler kullanılarak ara inançlar ve kurallar açığa çıkarılabilir. Kelimelerle çok fazla ifade edilmese bile, “eğer” sözcüğü ile başlayan ve “meli-malı” şeklinde gereklilik içeren düşünceler ara inanç ve kurallar olabilir (“Eğer bir hata yaparsam, tamamen başarısız olurum”, “İyi çocuklar sinirlenmemelidir. ’’ gibi). Ara inanç ve kurallar kişilerin olumsuz temel inançlardan korunmak amacıyla geliştirdikleri koruyucu bir tampondur. Örneğin yetersizlik temel inancı olan bir gencin kendini korumak amacıyla geliştirdiği ara inancı “Eğer bir hata yaparsam, tamamen başarısız olurum.” şeklinde olabilir. BDT’de amaç işe yaramayan katı kuralları fark ederek bunların değiştirilmesi ya da esnetilmesidir. (Türkçapar,2008; Özcan, Çelik,2017)
Sonuç
Bilişsel davranışçı terapi şimdi ve buraya odaklanır. Psikanaliz ise şimdi ve buradaya odaklanmaz. Buna karşın kısa süreli psikodinamik psikoterapiler şimdi ve buraya odaklansa da bunun çıkarımlarını geçmişte ararlar yani gene bilinçdışına inerler. Bilişsel davranışçı terapiler bilinç ve süreçleri ile ilgilenerek terapinin bilinçdışı gibi derin süreçlere değil daha yakın ve daha görünürde olan bilince yani bilişe odaklar.
Bilinç kavramı literatüre hep dinamik ve analitik açıdan girmiştir. Ne yazık ki bilinç kavramı ile ilgili yeterli bilişsel davranışçı terapi ile pek bir çalışma yapılmamıştır. Bunun temel nedeni bilincin tek bir kavram olarak alınmaması ve bilinçdışı ve bilinç öncesi kavramlarını da içermesidir. Bilinçdışı ve bilin öncesi kavramları ise daha çok psikodinamik kuramın ilgisinde kalmış ve bilişsel davranışçı yönelimli terapistlerin ilgi alanına pek girmemiştir.